BİREYSEL İNOVASYON ANILARIM
( ÖZET )
Yaratıcı kişiler bazen başkalarının göremedikleri şeyleri düşünebilmektedirler. Bu fikirler ürüne dönüşebildiği takdirde, çeşitli ‘Fikri Haklar’ yasalarıyla korunabilmekte ve ticarileşebilmektedir.
Ben tüm yaşantımı tasarımın peşinde koşarak yaşamış biri olarak kendimden örnekler vermeye çalışacağım. Çok küçük yaşlarımdan itibaren, varolmasını istediğim şeyleri tasarlamaya çalışmak benim hayat prensibim olmuştur. 18 yıl boyunca tekstil endüstrisinde modelist, stilist ve desinatör olarak çalıştım. Türkiye’de imalat yapmanın gerekliliğine inanan bir gözlük firması için fantazi gözlük koleksiyonları hazırladım. Geliştirdiğim yeni bir teknikle mücevher kalıbı yapmayı kolay bir hale getirerek mücevher koleksiyonu hazırladım ve imalatına giriştim. Türkiye’de ve ABD’de çeşitli daire, villa ve iş yerlerinin iç mekan tasarımlarını yaptım. Festivaller yapılan şehirler için yeni bir bina konsepti tasarladım. Bir kaç resim sergisi açtım. İlerleyen yaşla birlikte kendimde ve çevremde oluşan bedensel rahatsızlıklar, beni bu durumda olan kişilere konfor sağlayacak ürünler üzerinde düşünmeye yöneltti. Bu ürünlere örnek olarak, yatakta kitap okuma aleti, yalnız olan kişilerin sırtına losyon veya güneş sütü sürmesini mümkün kılan bir alet tasarladım. Orta ve çok kilolu bayanların daha önce değinilmemiş bir probleminden yola çıkarak bir hijiyenik ped modeli
geliştirdim. Bu tasarımı çokuluslu bir firmaya sunma fırsatım oldu. Şu sırada o firma tarafından pazar araştırması ve fizibilite çalışmaları yapılıyor. Ayrıca yükseğe çıkabilen bir bavul, havaalanlarında konveyörden bavul indirme aleti ve eğilmeden boşaltılabilecek bir market arabası projesi geliştirdim. Bu projeler için patent başvuruları yaptım ve yasal korumaları başladı. Bu patentler için ‘Tübitak Patent Teşvik Sistemi’nden teşvik aldım. Şimdi aracı bir firma sayesinde bunların ticarileştirilmesi için uğraşıyorum.
Yaşantımın her dönemindeki ihtiyaçlarıma cevap vermek için yapmaya çalıştığım tasarımlarda ben, genellikle yalnızdım. Günümüz gençliğinin bu durumlarda daha çok elinden tutulduğunu görüyor ve ülkemizin geleceği açısından daha umutlu olabiliyorum.
MY INNOVATION MEMORIES
(ABSTRACT)
Creative people can sometimes imagine things that others can not. Those ideas and the products that stem from them can be protected and commercialized under “Intellectual Property Rights” when they are turned into products.
As a person who has spent all her life pursuing designs, I will try to give examples from my own experiences. Since my early childhood, my life principle has been to design everything that I wanted to exist. For eighteen years I have worked for the textile industry for children clothes. I have made designs for an optical company. I have made a collection of jewelries thanks to a new technique I have developed for jewelry molds. I have worked as an interior designer for several houses, apartment flats and offices. I have travelled to the USA to decorate a few houses there too. I have created a new building concept for the cities, in which festivals are organized. After some physical disorders I have suffered in recent years, I have begun to think of products which would provide comfort to people in similar circumstances. Examples for these include a device enabling to read books in bed without straining the arms, as well as a device to apply lotion or sun milk to the back of people who are alone. I have designed a hygienic pad model, that I have had the opportunity to present to a multinational company. Presently, market research and feasibility studies on this project are carried out by that company. I have also developed projects for a climbing suitcase, a device to take a suitcase from a conveyor band in the airport, and a shopping cart that can be unloaded without bending down. I have filed applications to get patents for those inventions and their legal protection has been started. Now I am working on the commercialization of these projects with the assistance of an intermediary company.
I was usually alone when I was making designs to meet my needs in different periods and areas of my life. I am observing that young people today, who are involved in designing are getting much better support, so I can be more optimistic about the future of our country.
Bireysel İnovasyon Anılarım
Günümüzde pek çok bilim insanı, beynin derinliklerinde olan biteni çözebilmek için psikiyatri, nöroloji gibi tıp dallarında veya biyomedikal alanlarda çeşitli araştırmalar yapmaktadırlar. Artık gelişmiş bilgisayar programları sayesinde beynin üç boyutlu işlevsel ve yapısal özellikleri üzerinde çalışılabilmektedir. Çok sayıda uluslararası ödüle sahip olan, ABD Iowa Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölüm Başkanı Dr. Nancy Coover Andreasen, nöroloji konusunda çalışan bilim insanlarını bir araya getiren organizasyonlarda hem kurucu ve hem de aktif üye olarak görev yapmaktadır. Dr. Andreasen, yaratıcı insanlarda gördüğü ortak özellikleri şöyle özetlemektedir: ‘Kendilerini bulundukları ortamdan soyutlayarak sanki başka bir yere gidiyorlar. Güçlü duygular yaşıyorlar ve konsantre oluyorlar. Genelde yaratıcılık, akılcı ve mantık kurallarını takip eden bir süreç değil. Yaratıcılığın nasıl ortaya çıktığı bilinmiyor, kendiliğinden oluyor. Yaratıcı kişilerin beyni devamlı olarak fikir ve düşüncelerle dolu ve devamlı fikir ve düşünce dünyasında dolaşıyorlar. Yaratıcı kişiler çok iyi birer gözlemciler. Çoğu zaman sanki görünmez olup diğer insanlar farkına varmadan dünyayı gözlemliyorlar. Dr. Andreasen her insanda var olan yaratıcılık potansiyelini açığa çıkarabilmek için yapılacakları şöyle sıralıyor: Kendinize daha önce hakkında hiç bir şey bilmediğiniz yeni bir alan seçin ve o konuda derinlemesine bilgi edinin. Her gün zamanınızın bir kısmını meditasyon yapmaya veya hiç bir şey yapmadan sadece düşünmeye ayırın. Gözlem yapmaya ve gözlemlerinizi kağıda dökerek tanımlamaya veya anlatmaya çalışın. Hayal gücünüzü kullanın ve hayal edin.’
Kaynak: Bilim ve Teknik (Tübitak) Nisan 2009 Yıl 42 Sayı 497
Yaratıcı Beyin/ Bahri Karaçay
Yaratıcı kişiler, sürekli hayal dünyasında gezindikleri için bazen başkalarının göremediği şeyleri düşünebilmektedirler. Bu hayaller ürüne dönüşebildiği takdirde, çeşitli ‘Fikri Haklar’ yasalarıyla korunabilmekte ve ticarileşebilmektedir.
Ben, tüm yaşantımı tasarımın peşinden koşarak geçirmiş biri olarak, kendimden örnekler vermeye çalışacağım. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarım 50’li, 60’lı yıllarda geçti. Henüz bilgisayarın yaygınlaşmadığı ve ülkemizde televizyon yayınının olmadığı yıllar...Ünlü tasarımcı Massimo Vignelli’nin, benim yaşam felsefeme çok uyan iki sözü var: ‘ Design is one’ diyor. Yani bir şeyi tasarlayan, her şeyi tasarlar. Diğer bir sözü ise ‘If you can’t find it, design it’. Bu da bulamadığımız bir şeyi tasarlamamız konusunda bize öğüt veriyor. Ben, daha okul öncesi dönemlerimde, üç kızkardeşimle birlikte oynadığımız bebeklerin elbiselerini yetersiz bulmuş ve dikiş dikmeyi, örgü örmeyi öğrenerek buna çare bulmaya çalışmıştım. İlk okul üçüncü sınıfa giderken kartondan yaptığım iki katlı, ön kesiti açık, iç ve dışında, bir evde görülebilecek her detayın olduğu bebek evi maketi, sanki o günden 25-30 yıl sonra ilk örneklerini gördüğümüz ‘Barbie Evleri’nin bir modeliydi. Orta eğitimimi aldığım Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi’nin okul bayramında ‘Sınıf Süsleme Yarışması’nda tasarladığım dekorasyon, hareketli bir enstalasyon olması dolayısıyla o gün için hayli ilgi çekiciydi. Siyah kartondan büyükçe bir erkek ve kız figürü çizmiş, erkeğin eline kıza sunulmak üzere organza çiçekler yapıştırmıştım. Bunları, aralarında bir mesafe kalacak şekilde, karşılıklı olarak, arkalarından birer yayla karatahtaya tutturmuştum. Tahtanın altına koyduğum bir vantilatör vasıtasıyla iki figür birbirlerine doğru hareket ediyor ama bir türlü kavuşamıyorlardı. Bugünün çocukları için çok basit görünecek olan bu tasarımı, o günün, ‘Aşk-ı Memnu’nun, ‘Çalıkuşu’nun devri olduğunu hesaba katarak irdelemek lazım. Liseden sonra ‘Mimar Sinan Üniversitesi’nin öncülü olan ‘Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim alma arzum, o günün şartlarında, bazı ailelerin kızlarının, tiyatro artistliği, resim, heykel vs. gibi sanat kollarına yönelmesinin hoş görülmemesi nedeniyle reddedildi. Bu bende bir çöküntü yarattı ve başka bir konuda üniversite eğitimi almayı reddedip, erken yaşta evlenip, iki çocuk annesi oldum. Fakat kısa bir süre sonra, içimdeki yaratıcı dürtü beni rahatsız etmeye başladı. Bu sebepten 1968-69 yıllarında istanbul’da yeni açılan bir sanat merkezinin ‘İç Mimarlık ve Dekorasyon’ kursunda eğitim aldım. Her ne kadar sınıf seviyesinin eşit olmadığı özel bir kursta çok kapsamlı bilgiler edinilmesi mümkün değilse de, orada, ilerde bana lazım olacak olan perspektif çizimi, rölöve çıkarma, yerleştirme, plan ve maket yapma gibi elemanter konularda nosyon sahibi oldum. Edindiğim bilgileri önce kendi evimin dekorasyonunda uygulamaya başladım. Ülkemizde henüz dekorasyon dergilerinin yayınlanmadığı, malzeme ve aksesuara ulaşma olanağının olmadığı, yani bilinçli bir dekorasyon kavramının yerleşmemiş olduğu yıllarda, özellikle çocuklarım için dekore ettiğim odalar, çevrenin dikkatini çekti. Amatörce yaptığım bu dekorasyon, evi görmeye gelen bir iç mimar tarafından ‘Bir masal kitabının sayfası gibi olmuş’ diyerek nitelendirilmişti.
Bu arada giysilerini dikerek çocuklarımı çok şık giydirmem, çevrenin dikkatini çekmeye başladı. Zaman 70’li yılların sonu, 80’li yılların başı ve o tarihte Türkiye’de henüz kayda değer bir çocuk konfeksiyonu oluşumu gelişmemişti. Malum, ülkemizde tekstil endüstrisi, 1985 yılından sonra, o devrin politikaları neticesinde bir takım teşviklerin verilmesiyle kalkınmaya başladı. Ondan önce çocuk konfeksiyon imalatı yapmaya çalışan firmalar, yurt dışından getirdikleri nümuneleri uygulamaya çalışıyorlardı. Çocuklarıma diktiğim değişik giysileri gözlemleyen böyle bir firma, 1981 yılbaşısında bana iş teklifi yaptı. Bundan sonra aşağı yukarı 18 yıl süren profesyonel çocuk tekstili yıllarım başladı. Lisan biliyor olmam dolayısıyla yurt dışındaki moda fuarlarını takip edebilmem, kısa zamanda ufkumu açtı. Bu arada Fransa’daki ‘Esmode Modelistlik ve Stilistlik Okulu’nun kitaplarını alarak, bunlardan edindiğim bilgileri, ülkemizin koşullarıyla bağdaştırma çabasına giriştim. Günün modasını yansıtan çocuk modellerine Türk zevkini de katarak imal ettirmem, bunların geniş kitlelerce beğenilip, perakende çocuk giysi mağazaları tarafından tercih edilir hale gelmesini sağladı. Bu arada beraber çalıştığımız gençlere, edindiğim bütün bilgileri aktarmaya çalıştım ve böylece grup çalışmasının keyif ve başarısını birlikte yaşamaya başladık. Profesyonel tekstil hayatımın üçüncü yılında Türkiye’de ilk moda ve stilistlik okulu açıldı. Hafta sonu kurslarına kaydolarak eksik kalan bilgileri oradan tamamlamaya gayret ettim. Çalıştığım firmadaki gençleri yeteri kadar bilinçlendirdiğime kanaat getirdikten sonra diğer firmaların transfer tekliflerine sıcak bakmaya başladım. Böylece sık sık firma değiştirerek, sürekli üreterek, bir yandan da daha çok gencin bilgi sahibi olması için çabalayarak uzun bir süreç geçirdim. Daha ileri yıllarda, ülkemizde atağa kalkan tekstil konfeksiyon ihracat hareketinin de içinde bulunarak, yurt dışındaki pek çok çocuk tekstili firmasına model satabildim. Malum, ülkemiz hala tekstilde fason üreticisi olma dışında pek fazla boy gösterememenin sancısını yaşıyor. Tekstil çalışmalarımın son iki yılında, tekstilin bana artık yorucu gelmeye başlayan imalat kısmını bırakıp, çocuk kumaşı üreten bir firmada tasarım yöneticisi olarak çalışmaya başladım. Bu arada 1997-98 yılları gelmişti ve ülkemizde tasarım eğitimi veren üniversite düzeyindeki okullar mezunlarını vermeye başlamıştı. Artık ekibimdekiler, teknik bilgi sahibi, hevesli ve başarılı gençlerdi. 1998 yılının sonunda bazı özel sebeplerden dolayı tekstil çalışmalarıma son verdim.
2001 yılında ABD’nin Philadelphia şehrinde yaşayan kızkardeşim Prof. Banu Onaral’dan, bir marinada satın aldığı üst üste iki metruk daireyi birleştirip, onların ihtiyaç ve zevkine göre dekore etme teklifi geldi. Metrik sistemin kullanılmadığı, inşaat ve malzeme tekniklerinin çok farklı olduğu bir ülkede bunu gerçekleştirmeye çalışmak bir cüretti ama ben bunu kabul ettim. İki ay kadar süren zorlu bir çalışmadan sonra, kardeşim ve ailesi için, yaşaması çok keyifli ve kullanışlı bir iç mekan meydana gelmişti. Evin yukarı katındaki oturma odasında cumbasıyla, sediriyle, dantel perdeleriyle, neredeyse otantik bir Anadolu evi tasarımı, denize sıfır olan alt katta ise, gemi salonu esintisi sezilen bir mekan oluşmuştu. Bu çok değişik tasarım, çevrenin dikkatini çekti ve evlerin satışında aracı olan emlak firması bana, Amerika’ya yerleşmemi önererek, sürekli iş teklifi yaptı. Bu teklifi değerlendirmeyi düşünmeye başladığım sırada meydana gelen 11 Eylül terörist saldırısı, o ülkedeki anlayışın değişmesine ve benim bu maceradan vazgeçmeme sebep oldu. Daha sonra, 2004’de yine Philadelphia’da yerleşik başka bir Türk ailesinin dekorasyon teklifini değerlendirerek, yeniden ABD’ye gittim. Bu ailenin elinde Türkiye’den alınmış pek çok otantik obje olduğu için, bu evin dekorasyonunda Türk evi öğesini öne çıkartıp, daha cüretkar davranabildim.
2002 yılında, uzun zaman çocuklar için çalışmış olmanın getirdiği bir özlemle, çocuk ifadelerinden esinlenen portreler yapmaya başladım ve 23 Nisan 2003’de kişisel bir sergi açtım. Bir tasarımcının resim yapabilmesinin, tasarladıklarını daha kolay ifade edebilmesi açısından önemli bir unsur olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, dönem dönem sanat okullarının resim kurslarını takip edip kıymetli ressamlardan ders aldım.
2004 yılında, Türkiye’de imalat yapmanın gerekliliğine inanan bir gözlük firması, bana, günün modasıyla yerel zevki bağdaştıracak fantazi gözlük koleksiyonu hazırlama teklifi yaptı. Günümüzde gözlük, bir ihtiyaç olmanın dışında, aksesuar olma özelliğini de taşıyor. Anadolu kadınının aşina olduğu burma bilezik esprisi gibi öğeleri çokça kullandığım bir koleksiyon hazırladım. Daha sonra futbol kulüplerinin ürünlerinin satıldığı mağazalar için taraftar gözlükleri tasarladım. Bu arada fantazi gözlüklerde bazı aksesuarların ve inisyallerin altın veya gümüşten olabileceğini düşündüm. Konuyu araştırınca mücevher kalıbı yapmanın zor ve zahmetli bir iş olduğunu öğrendim. İki yıl boyunca bir mücevher atelyesindeki kurslara katıldım. Bu arada mücevherin ve başka bazı kalıpların (diş kalıbı, makina kalıbı gibi) ‘Kayıp Mum Tekniği’ denen bir sistemle yapıldığını gördüm. Bu, çok maharet isteyen ve uzun süren bir işlemdi. Geliştirdiğim başka bir teknikle, kalıbın çok hızlı bir şekilde yapılandırılmasını sağladım. Böylelikle, süratli olarak şekillendirebildiğim mücevher kalıpları sayesinde olayı profesyonel bir hale getirip bir katalog hazırladım ve ufak çapta da olsa seri imalata giriştim.
Bu arada ABD’de yaptığım dekorasyonlar duyuldukça, İstanbul’da da önce yakın çevremden, daha sonra yabancılardan iç mekan tasarımı teklifleri gelmeye başladı. Son 7-8 senedir bir kaç daire, villa ve iş yerinin dekorasyonunu üstlendim ve tamamladım. Belirtmeden geçemeyeceğim bir konu; ben hayatımda hiç iş aramadım, hep iş beni buldu. Bu, tasarım yapabilmenin getirdiği bir avantaj olmalı.
Sürekli hayal etmek, tasarlamak ve uygulamak benim için vazgeçilmez bir yaşam biçimidir. Tasarım yapacak bir konu olmadığı zamanlarda ise, üzerlerinde şeker hamuruyla yapılmış, belli konuları ifade eden heykelcikler bulunan tasarım pastalar yaparım.
2005 yılında, bir gün ziyaretime gelen, ABD’de yaşayan bir arkadaşım, Philadelphia’da, daha önce metruk bir halde olan ve son yıllarda Sit Alanı ilan edilerek çok gelişmiş bir opera binası (Kimmel Center) inşa edilip, çevresindeki binaların yeniden yapılandırılarak, Broadway misali bir müzik semti oluşturulan 30. cadde ve civarından bahsetti. O gece uyuduktan sonra, sabaha karşı uyanıp, yarı bilinçli bir şekilde bir müzik oteli konsepti ve projesini çizmişim. Projede bütün detayların olması ve en enteresanı İngilizce notlar almış olmam ve bunları hatırlamıyor olmam, beni hayrete düşürdü. Bu otel projesinin sonradan daha detaylı bir şekilde planını çizip, binanın dış görünümünün üç boyutlu bilgisayar çizimini de yaptırdım. Bu konsept, müzikle ilgili kişilere büyük rahatlıklar sağlayacak, çeşitli ihtiyaçlarına cevap verebilecek, fakat geniş imkanları olan bir otel zincirine sunulup, müzik öğesinin ve festivallerin yoğun olduğu bir kaç büyük şehirde eş zamanlı olarak inşa edilebilirse bir anlam ifade edebilecek bir projeydi. O sırada böyle bir konseptin, ‘fikir ve sanat eserleri’ tanımına girdiğini ve patentle korunamıyacağını öğrendim. Kendi imkanlarımla konuyla ilgili bazı kurumlara ulaştırmaya çalıştım. Konsept beğenildi fakat olayı sahiplenecek bir kuruluş çkmadı. O günlerde bilimsel bir dergide okuduğum bir makale, benim, şuurum neredeyse tümünden kapalıyken, yani uyku halindeyken böyle detaylı bir tasarımı nasıl düşünmüş olduğum konusunda bana ışık tuttu. Alıntı yaptığım makalenin başlığı: Yaratıcılık Nasıl Çalışıyor:
‘Yaratıcı beynin nasıl çalıştığına ilişkin ilk araştırmayı yapan kişi Maine Üniversitesi’nden psikolog Colin Martindale olmuştur. 1978 yılında elektroensefalogram aracılığı ile insanların düşünsel faaaliyetleri arasında farklı beyin dalgalarını kaydeden Martindale, yaratıcılığın iki evresi olduğunu saptadı: İlham ve bunun dışa vurumu. Bu iki evrenin her birinde beyin farklı bir şekilde çalışıyor. İnsanlar düşünce üretirlerken beyinleri şaşırtıcı bir şekilde sessiz ve faaliyetsiz. Baskın eylem Alfa dalgaları. Bunlar çok az seviyede kortikal (algılama fonksiyonu) oluştuğunu gösteriyor. Yani bir gevşeme durumu söz konusu. Beyin, senaryolar arasında bağlantılar kurmaya çalışırken bilinç sessiz kalıyor. Bu, insanların uyurken ya da dinlenme ya da hayal kurma alemindeyken beyinsel faaliyetlerinin aldığı durum gibi. Ancak sıra düşünsel faaliyetlerin sonucunu bir eyleme dökmeye geldiğinde, Alfa Dalgaları yavaşlıyor, beyin çalışmaya başlıyor ve kortikal artıyor. Bristol Üniversitesi’nden Guy Claxton araştırmayı biraz derinleştiriyor ve ‘Yaratıcılık farklı düşünce biçimlerine sahip olmaktır. Çok yaratıcı insanlar, beyinlerindeki iki safhada da ani ve sık değişimler yaşarlar’ diyor.
Yaratıcılığın, aslında fikirleri bilinçli şekilde değerlendirme ve analiz etme süreci olduğu kesin. Daha somut olmak gerekirse, doğru kişilik, beynin doğru bölgeleri ve aralarındaki bağ kadar tüm bunları verimli şekilde kullanmak da önem taşıyor. En yaratıcı kişiler günün farklı ritimlerini kendi kişilikleri ve beyinsel faaliyetleti açısından doğru kullanmayı bilen insanlardır.’
Kaynak:Hürriyet Pazar 11/12/2005
İlham Perinizi Çağırmak İster misiniz? / Hikmet B. Çağlayan
Yeniden benim hikayeme dönersek; ilerleyen yaşla birlikte, kendimde ve çevremde oluşan bedensel rahatsızlıklar ve eksiklikler neticesinde, bu durumda olan insanlara konfor sağlıyacak ürünler üzerinde düşünmeye başladım. Bunlara örnek göstermek gerekirse; uzun süren hastalıklar sırasında sürekli yatarak kitap okumak durumunda olduğum bir dönem, bu pozisyonda kollarımın ağrıdığını farkedip, ‘Yatakta Kitap Okuma Aleti’ tasarladım.
Yalnız olan insanların sırtlarına losyon veya güneş sütü süremediklerini gözlemleyip, evde bulaşık yıkarken kullandığımız ve sapının içine deterjan koyup, hareketli, süngerli döner başlığına bastırarak bir miktar deterjanın dışarı çıkmasını sağladığımız aletten esinlenerek ‘Sırta Losyon veya Güneş Sütü Sürme Aleti’ tasarladım.
Son yıllarda geçirdiğim bir disk kayması problemi, hayatıma daha önce alışık olmadığım bir takım kısıtlamalar getirdi ve kullandığımız aletlere başka bir gözle bakmama sebep oldu. Bu sayede ‘kuvvet sarfetmeden yükseğe çıkabilen bir bavul’, ‘havaalanlarında konveyörden bavul indirme aleti’ ve ‘eğilmeden boşaltabileceğimiz bir market arabası’ projesi geliştirdim. Bir patent firması danışmanlığında bunların patent müracaatlarını yaptım ve korumaları başladı. Daha sonra da ‘Tübitak Patent Teşvik Programı’ndan üç projemin de, ileri tetkiklerinin yapılabilmesi için teşvik yardımı aldım.
Yeni bir tasarım yapmak kadar, onu hayata geçirmek de zorlu bir süreç. Geliştirilen yeni fikirler, sokaktaki insanın yaşamında mal ve hizmet olarak yerini alıp, ‘tasarlanmış ürün’e dönmediği takdirde, sürdürülebilir bir değeri olamaz. Bir ürünün düşünülmesi, projesinin geliştirilmesi, patentinin alınmasından daha önemlisi, onun ticarileştirilebilmesi. Yurt dışında, özellikle de ABD’de, buluşların ticarileşmesine aracı olan firmaların çok yaygın olmalarına karşın, henüz ülkemizde bunların sayısı çok az. Benim gibi, hiç bir kuruluş veya Ar-Ge oluşumuna mensup olmadan ‘Sorun Çözücü Bireysel İnovasyon’ yapmaya çalışan birinin, bunlara ulaşması neredeyse imkansız. Benim şansım, çalıştığım patent firmasının yönlendirmesi neticesinde böyle bir kuruluşa ulaşabilmiş olmam. Bu sayede ‘Yeni Market Arabası’ projem için uluslararası bir sunum hazırlandı ve bir üniversite öğretim üyesi tarafından bilgisayarda, üç boyutlu, hareketli çizimi yapıldı. Şu anda bu ürün için pazarlama çalışmaları başlamış durumda. Henüz projelendirilmemiş, tasarım aşamasında olan ve dolayısıyla patenti alınmamış, yine ileri yaşlardaki insanların veya engellilerin hayatını kolaylaştıracak başka fikirlerim de var. Bunlardan biri, değişik bir engelli arabası. Zamanla bunların da ele alınıp, ticarileşme çalışmalarının başlıyacağı ümidi içerisindeyim.
Ne yazık ki, ülkemizde buluş yapan kimseler pek fazla yüreklendirilmiyor. Deyimlerimizde bile ‘icat çıkarma’, ‘eski köye yeni adet getirme’ gibi heves kırıcı ifadeler var. Ayrıca buluş yapmaya çalışanların etrafında, daima onların morallerini bozacak, küçümseyecek, hatta alay edecek kişiler oluyor. Kendine güvenen, yaptığına inanan buluşçuların, bu gibi kimselerin sözlerine kulak tıkayarak, sabır ve sebatla projelerinin üstüne gitmesi lazım. Son yıllarda ülkemizde kalkınmanın baş şartının İNOVASYON olduğu algılanmaya başladı. Artık çeşitli iş kollarında açılan Ar-Ge merkezleri pek çok kurum tarafından destekleniyor. Özellikle gençler için açılan yarışmalar, tasarımcıların ürünlerini duyurmalarına ve gerçekleştirmelerine olanak sağlıyor. Yaşantımın her dönemindeki ihtiyaçlarıma cevap vermek için yapmaya çalıştığım tasarımlarda ben, genellikle yalnızdım. Ama günümüz gençliğinin bu durumlarda daha çok elinden tutulduğunu görüyor ve ülkemizin geleceği açısından daha umutlu olabiliyorum.
Bilge Kum